Kutsal Kaynak'ın Bursa Festival Raporu



 BURSA ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROLARI FESTİVALİ GÖZLEMCİ RAPORU

Büyüyüp serpilmiş, güzel ve alımlı bir genç kız olmuş; 19. kez düzenlenen ve oturmuş yapısıyla kentin gerçek bir dinamiği haline gelmiş,  Assitej'in uzman desteğiyle hep başı dik bir festival olmuş Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivalindeydik 20-25 Ekim tarihleri arasında.

20 Ekim Pazartesi günü 14.00 deki açılışla başladı festival. Açılış Kent Müzesi önünde, güneşli pırıl pırıl bir havada, yüksek ve güzel bir enerjiyle başlıyor. Burada tahtabacak performansıyla, sunuculuk birleştirilmişti. Başlangıçta sevimli ve keyifli bir performans sergileyen sanatçının sunumu, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı’nın gelişinin gecikmesi ve bu uzayan süreyle ilgili bilgisi ve hazırlığı olmadığı için sıkıntılı bir hal almaya başladı. Özellikle çocukla iletişimindeki dil ve tonlama irite ediciydi.

Başkanın gelişi ve açılış konuşmalarının ardından Bulgaristan Devlet Tiyatrosunun ''Tumba Lumba'' isimli oyununu izledik. Ekibin kukla kullanımları, objelerden yalın ve çok kullanışlı kuklalar yaratmaları ve sanatçıların bu konuda ki yetkinlikleri açısından değerlendirmek gerekirse başarılı bir performanstı. Ancak süresi açısından bakıldığında, bağımsız epizotlardan oluşan dramatik yapısını da bozmayacağını düşünerek daha kısa ve keyifli olabilirdi hissiyatını yarattı.

21 Ekim Salı günü izlediğim ilk oyun, LıtecexCompany- BEREZE ortak yapımı ''Ev'' isimli oyundu. Bir tercih olarak, dağınık bir rejiye ve İllüzyonu yüksek performanslara vurgu yapmakta fayda var. Ekip İki oyuncu ve iki dansçıdan oluşuyordu.Ancak oyuncuların dans ve hareket performansları dansçıları; dansçıların oyunculuk performansı ise oyuncuları aratmıyordu ve sahnede güzel bir ensemble vardı. Çocukların ilgilerinin ara ara dağıldığını gözlemlediğimde yine “Altın makasla daha vurucu bir performans yakalanabilirdi.'' dedim kendi kendime. Böylece ballı lokma tatlısı olabilirdi ama yine lokma tatlısıydı total performans.

Aynı gün izlediğim diğer oyun, Norveç'ten Kyujable Company'nin“Kurbağaların Şarkısı” oyunuydu. Dekor ve kullanımı çok minimal,  küçük ve  estetikti. Oyun başladığında çok güzel bir ambiyans vardı sahnede. Gerçekten sahneyi bir dere, kendimizi de kurbağa sandık. Serim bölümü boyunca o illüzyon devam etti. Deneysel bir yaklaşım sergilenmişti. Ancak sanki hep bir şey olacak, bir şey doğacak beklentisi içindeydik oyun boyunca. Ancak beklenti doğurganlığımızla, sahnedeki üretim aynı renkte olmadı. Oyunda kendi adıma yakaladığım ve beni çok keyifli kılan farkındalık, kurbağaların her dilde farklı vıraklamasıydı . Kendi kendime: '' Kurbağaların bile dili, dini, ırkı, mezhebi var'' dedim.

Aynı günTayyare Kültür Merkezi'nde  Umut Kırcalı’nın oyunculuk atölyesine katıldım. Kırcalı, güzel enerjisi ve naifliğiyle çok küçük şeyler söyledi :''Az aslında çoktur.'' Sanatta ve sanatsal üretimde nasıl önemli bir perspektifse, Kırcalı'nın atölyesinde yaratmaya çalıştığı farkındalık ve kazanımlar da o kadar önemliydi.

22 Ekim çarşamba günü tadı hala damaklarda bir performans vardı. İtalya  LaBraracca Tiyatro ''Ev'' isimli bir performansla bizi mest etti, büyüledi ve daha birsürü... '' Ev sadece sana ait olan bir yerdir. Bir ev benim barındığım, karnımı doyurduğum, duşumu alıp uyuduğum bir yerdir. Ev tecrübelerin yaşanıp paylaşıldığı  ve diğer insanları misafir ettiğim bir yerdir ve de ev benim değiştiğim aynı zamanda onunda değiştiği ve yeniden keşfettiğim bir yerdir. Bazen bir ev her zaman arkamızda her şeyi bırakıp dışarı çıktığımız ve dışarıdaki her şeyi keşfedip kendisine de her zaman aynı şevkle geri döndüğümüz  bir yerdir.'' Başka söze ne hacet... Çok ama çok yalın, tertemiz ve çok güzeldi...

Aynı gün açık havada festivalinin gülen yüzlerinden biri, sıcacık ve sevimli gösterisiyle karşıladı bizi: Polonya'dan Ola Munchin ''Kukurikku'' isimli performansıyla... Sihirbazlık, el, ayak kuklası, mim sanatının izlerini taşıyan performatik ve keyifli bir gösteriydi. Amacına uygun ve efektik bir performanstı.

23 Ekim Perşembe günü bizi yavaştan festival bitiyor hüznü kaplarken bizleri, efkarımızı dağıtan, ve tozu dumana katarcasına içimizi coşturan bir performans vardı Tayyare Kültür merkezinde. Danimarka'dan ''Batida''. Usta Soren Ovenson'un ellerine sağlık. O öpülesi ellerden ve ayrıca üç süper yetenekli oyuncunun ellerinden çıkmış bir eser '' Hepinizi Taçlandırıyorum''. Biz hak ettikleri gibi onları taçlandırıyoruz, sahne üzerinden. Evet sahne üzerindeyiz çünkü dod sahne şeklinde sahneleniyor oyun. Sağımız , solumuz, önümüz, arkımız oyun. Bir yerde kontrbass çalan aktör bir başka yerde dans ediyor, yanı başımızda çocuk oluyor, az ilerimizde kral... Ama görüyorum ve dahası hissediyorum ki, bu performansı izlerken yanı başımda ki çocuk aslında kral... Az ötemde ki çoktan o hayali ülkeye yolculuk etmiş, bir diğeri anlıyor aç çocukların halini... Demek ki çocuk tiyatrosunda sadece gülünç olaylar olmuyor, çocuk dramatik ve acıklı unsurlardan da haz alabiliyor! Reji, dramaturgi çok tutarlı ve lezzetli... Oyuncuların performansına ayrı bir parantez açmak lazım. Tülin hocamızın esprili deyimiyle: '' Bende böyle oyuncular istiyorum, dört kol çengi.'' Daha ne denir ki?...

Eskişehir Şehir Tiyatrosu'ndan ''Kırmızı Balon'' u izlemek üzere aynı gün ağzımız kulaklarımızda, estetik haz çıtamız çok yukarı çıkmış bir şekilde Adile Naşit Sahnesi'ne geldik.. Öncelikle belirtmek isterim  ülkemizin güzel şehirlerinden biri olan Eskişehir'in  şehir tiyatrosu Eskişehir Şehir Tiyatrosudur. Aynı doğduğu ve yaşadığı şehir gibi güzel, ince ,özenli işler yapan bir tiyatro. Eskişehir çocuk tiyatrosu  ve gerçek (! ) bir çocuk birimleri de var. Bizim festivalimizin de yaptıkları güzel işlerle gediklilerinden.. Bu sene ''Kırmızı Balon'' da hikaye aşağıya yeterince iyi geçmiyor. Barkoda görselliği yüksek akan bir film izliyoruz ama zaman zaman önden rol çalıyor tabiri caizse ön tarafa çelme takıyor. Filmini de izlediğimiz, hikayesini bildiğimiz ve sevdiğimiz eser ''Kırmızı Balon'' emeği geçen herkesin emeklerine sağlık...

Ardından Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları bölümü öğrencilerinden ''Karlar Kraliçesi'' oyununu izledik. Reji, dramaturgi, dekor tasarımı, ışık tasarımı, şarkılar ve yorumlar v.s. v.s. v.s. açısından sıkıntılar taşıyan bir performanstı.

Yine aynı gün Mudanya'ya gittik. Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar fakültesine. Burada bir söyleşiye konuk olduk. Konuşmacılar, Prof. Dr. Tülin SAĞLAM, Prof. Dr. Nurhan TEKEREK, Assitej Başkanı Haluk YÜCE ve yazar Ahmet ÖNEL'di. Konukları ağırlıklı olarak öğrenciler oluşturmaktaydı. Konuşmacıların bu açıdan bakıldığında özellikle önemli konuklar açısından bir farkındalık yarattıklarını görmek çok güzeldi. Özellikle Haluk YÜCE'nin : '' Çocuk tiyatrosu zorunluluk değil bir tercih olmalıdır, çocuk tiyatrosu oyuncunun en iyisini hak eder'' sözü karşısında bazı öğrencilerin vücut dili ve enerjisi  bu küçük söyleyişinin ne kadar büyük olduğunu anlattı bana.

24 Ekim Cuma sabah erken başladı festival. Bir usta vardı sahnede, bir kardan adam, bir kaplumbağa ve bir tavşanla. Oyunun en güzel yanı, oyun bittiğinde saate bakmam oldu. '' Ne çabuk bitmiş'' dedim. Ve sonra şunu sordum kendi kendime '' Ne vardı ki bu oyunda, hangi etki , hangi illüzyon, böyle aktı geçti? '' Hiç bir şey yoktu. Fazla olan hiçbir şey. Çocuğun dünyasında da olduğu, çocuk tiyatrosunda olması gerektiği gibi. Yalın, küçük, temiz... Belki müzik sadece akordiyonun dilinden olsa, konserve sesin samimiyeti bir nebze kırmasına engel olacaktı. Ve son olarak da tavşanın yediği havuçlar başka bir illüzyonla kaybolsa, biz çoktan el olduğunu unuttuğumuz tavşanın havuç ziyafetine daha da keyifle eşlik edecektik.

Sonrasında Bulgaristan'dan Pro Rodopi'den ''Civciv ve Hile'' isimli oyunu izledik. Geçen sene, zekice reji ve yüksek enerjili oyunculuk performansıyla ağzımız kulaklarımızda izlediğimiz bir performans sergilemişti grup. Ancak bu sene geçen sene ki aldığımız keyfin yanına yaklaşamadık. Sanki reji çok yetenekli aktristin de elini kolunu bağlamıştı. Özetlemek gerekirse söylenecekler bunlar.

Ardından bir gençlik oyunu izledik ve mest olduk. Evet mest olduk ve evet BGST Boğaziçi... ''Lorca'nın Acıklı Güldürüsü'' isimli oyunu sergiledi grup. Çok titiz bir çalışma ve araştırma ve dramaturgi işi vardı yine karşımızda. Zekice bir şekilde sahneye taşınmıştı Lorca'nın eserlerinden bir kolaj ve hayatı ve ve ve...Evet gerçekten sahnede ki eseri anlatmak çok zor gerçekten çünkü hep bir çok tadı barındırıyor hem de çorba olmamış, çok lezzetli bir kokteyl gibi ama aynı zamanda tüm tatları hissediyorsunuz...Belgesel tiyatro, anlatı tiyatrosu, geleneksel Türk tiyatrosu, epik tiyatro v.s. gibi birçok üslup keyifli bir armoni oluşturmuş sahnede ki gerçek ensemble ışığında...

25 Ekim Cuma, festivalin son günü gözümüzü yaşartan bir oyun İspanya'dan El Patio'nun '' Bir El'' isimli eseri... Festivalin yüz akı oyunlarından biri... Hikayesi çok yalın çok keyifli, insanın yüreğine akan sıcacık bir eser. El kuklası ve obje tiyatrosu o kadar keyifle dans ediyor ki sahnede, içine giriveriyorsunuz sizde o eskici dükkanının. O kadar samimi ki her şey, hatta sizin de o dükkanın vitrininde yer alasınız geliyor...

Ve benim için festival bitiyor, İstanbul'a doğru yol alırken yazarken düşüncemin tam tersi geliyor aklıma: '' Ne çabuk geçti''

Festival organizasyonuna ayrı bir parantez, sorunsuz ve güzel bir organizasyondu. Bu sene daha kalabalık bir ekip vardı, güler yüzlü ve stressizdiler.Organizasyon komitesine, mihmandarlara, sahne de olanlara, tüm Assitej'e, "Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı"na herkesin ama herkesin ellerine, yüreklerine, emeklerine sağlık...

Güzel Bursa ve festivali iyi ki varsın ... Şimdi 19 yaşında salınan bu genç kız, koca bir nine olduğunda yine böyle güzel hikayeler anlat dizinde ki miniklere...


21.11.2014