Cem Tatlı'nın Bursa Festival Raporu



 Çok Güzel Oyunlar Anlatacağım

20 Ekim 2014 pazartesi günü akşamı 19. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivaline katılmak için Bursa’ya geldim, ilk gün olan oyunları izleyemesem de değerlendirme toplantısına katıldım. Değerlendirme toplantısında Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü öğrencilerinin oynadığı Dr. Tülay Aygün’ün Bertolt Brecht’in ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ oyunundan uyarlayıp yönettiği ‘Bir Kış Masalı-Anne-’ adlı oyununun değerlendirilmesi yapıldı. Oyunu izleyemediğim için değerlendirmesini yapamıyorum ancak naif bir çalışma olarak görülen oyunla ilgili sıkıntılı bulunan durum, oyuncuların ‘çocuk gibi’ konuşmasıydı. ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ oyununun neden çocuk oyununa uyarlanmış olabileceği tartışmaya açıldı. Assitej olarak ve Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali adına üniversitelerin tiyatro bölümlerinin çocuk ve gençlik oyunlarıyla daha yakın bir ilişki kurulacağı bilgisi beni sevindirdi.

21 Ekim Salı sabah ilk oyun olarak Fransa’dan Litecox Company ve Türkiye’den BeReZe ortaklığıyla geliştirilen ‘Home/Ev’ adlı oyunu seyrettim. Yönetmenliğini Daisy Fel’in yaptığı oyun performans tiyatrosu adına iyi bir çalışmaydı. Müziğin ve dansın anlatım dili çok başarılıydı, çocukların performansa dayalı, müziğin, dansın anlatısıyla bir hikaye izlemesini çocukların estetik gelişimi adına çok önemli olduğunu düşünüyorum, bu anlamda gösteri çok doyurucuydu. Yer yer soyut anlatım biçimleri hikayeyi yarıda kesti, seyirciyi kimi zaman oyundan uzaklaştırdı. Akşam yapılan değerlendirme toplantısında oyunla ilgili bu konu konuşulduğunda, Daisy Fel, oyundaki soyut anlatım konusunda kendisinin de bazı yerler de bu dili çok kullandığını fark ettiğini ve seyircinin anlayamayabileceğini düşündüğünü belirtti. Kendi adıma ‘Home/Ev’ ilgili hissim oyunun bana estetik anlamda yaşattığı hazdı. Bugün içerisinde izlediğim ikinci oyun Norveç’den Kyuja Bae Company ‘Kurbağaların Şarkısı’ydı. Kyuja Bae’nin yönettiği oyun otuz dakika süren bir çalışmaydı, ancak benim izlediğim oyun yirmi dakika sürdü. Bu durum, sürenin kısa oluşu uzak yerlerden gelen okullar adına hayal kırıklığı yarattı. Oyunun başlangıcında soyut anlatım kullanırken ve çok da başarılı bir şekilde ifade edilirken, bir süre sonra kullanılan gerçekçi masklarla oyunun soyut anlatım dili kayboldu, bozuldu. Oyun hamdı, biraz daha üzerine çalışılmalıydı diye düşünüyorum. Üçüncü oyun olarak Bursa Şehir Müzesinin önündeki anfi tiyatroda oynanan, Arjantin’den La Gorda Azul ‘Üç Tekerlikli Bisiklet ve Odisey’i izledim. Yazar-Yönetmen Ulises Bechis oyunu dört epizoda bölmüş. Episodların başındaki ön oyunların çok uzun sürmesi, anlatılan hikayenin ise çok kısa olması, özellikle finaldeki hikaye üzerinden, oyunun kurgusunu olumsuz etkiledi. Yer yer kaba komedi unsuru ile doldurulmuş, hareket tekrarlarıyla gülme unsuru yaratılmaya çalışılmış olsa da, bazı bölümlerde clown tekniğinin kullanılması ve oyuncuların çok yetenekli olması bu oyunun güzel olan tarafıydı.

22 Ekim Çarşamba sabahı Bulgaristan’dan Burgas Devlet Kukla Tiyatrosunun ‘Tumba Lumba’ adlı oyunu sahneledi. Yazar/Yönetmen Hristana Arsenova ve Bulgar kukla tiyatrosunun başarılı sanatçıları Bulgaristan’a ait çeşitli halk hikayelerini, Balkan, Bulgar ezgilerini de kullanarak anlattı. Hikaye bütünlüğü açısından oyunda sıkıntılar olsa da, başarılı kukla kullanımları ve müziğin güzelliği oyunu keyifli kıldı. İkinci oyun olarak İtlay’dan La Baracca ‘Ev’ oyununu izledim. Yaş grubu üç-beş olarak belirlenen oyun gerçekten de bu yaş grubuna (bence belirtilen yaş grubunun üzerinde yer alan çocuklar içinde) uygun bir anlatım dili ve hayal dünyası sundu. La Baracca ‘Ev’ oyununda çok basit malzemelerle, söz kullanmadan, yaşam nedir, büyümek, yaşamı öğrenmek, yaşama adım atmak nasıldır sorularını anlattı. Oyuncuların performansı hikaye kadar güçlü, başarılıydı. Hikaye, reji, kullanılan malzemeler ve oyunculuklar büyük bir uyum içindeydi. Üçüncü oyun olarak Polonya’lı performans sanatçısı Ola Muchin ‘Kukuriku’ oyununu izledim. Aleksandra (Ola) Muchin’in oyunun başlangıcında seyirciyi oyunu alabilmek için yaptığı doğaçlamalar çok başarılıydı. Hikaye olarak da bir kuklanın illüzyonist (adı Osvaldo Drevno) olması fikri ve bunun üzerinden illüzyonist kuklanın yaptığı illüzyon gösterileri çok hoştu. Bazı sahnelerde aksaklıklar olsa da oyun başarılıydı; değerlendirme toplantısında Ola Muchin oyunla ilgili aksaklıklar üzerine, bu oyun üzerinde çalışmaya devam ettiğini, tamamlanmış bir proje olmadığını belirtti.

23 Ekim Perşembe günü Danimarka’dan Batida ‘Hepinizi Taçlandırıyorum’ oyununu izledim. Soren Ovesen’in yazıp yönettiği oyun her anlamda müthişti. Çeşitli disiplinlerin bir arada olduğu (müzik, dans, illüzyon, tiyatro) oyun üst yazı ile izlenmesine rağmen çocuklar ve yetişkinler tarafından dikkatle, keyifle izlendi. Oyunun konusunda yer alan doğum, ölüm, kentsel dönüşüm, iktidar ilişkileri yabancılaştırma unsurları kullanılarak başarılı, yaratıcı bir dil ile anlatıldı. Bu oyunu izlemiş, Batida ile tanışmış olmaktan büyük mutluluk duydum. İkinci oyun olarak Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’ndan Şafak Özen’in yönettiği ‘Kırmızı Balon’ oyununu izledim. Barkovizyon kullanımının ağırlıklı olduğu oyunda, başlangıçta başarılı çizimlerle barkovizyon bir fon olarak kullanılırken oyun ilerledikçe seçilen görüntülerin gerçekliği/gerçekçiliği tiyatro oyunundan belgesel gösterimine evrildi.  Özellikle hikayenin sonundaki sapanla taş atan çocuk fikri bana sıcak gelmedi, Türkiye’de son dönem yaşanan olaylardan ötürü. İyi bir hikaye anlatılmaya çalışılmış ama bence hikaye hala ham ve gerçekçi görüntülerin bir daha gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Çocuk Tiyatrosu Ekibinin ‘Karlar Kraliçesi’ oyununu bugünün üçüncü oyunu olarak izledim. Birçok açıdan sorunlu bulduğum oyunun titiz bir dramaturgi çalışmasına ihtiyacı var. Dekor kullanımı, şarkılarda oyuncuların detone olması, süre uzunluğu, rejinin bir süre sonra oyunun içinde seyirci için bir alan bırakmaması, diyalogların çok uzun olması ve hareketin neredeyse olmaması oyunu içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Üzerinde çok çalışılması gerektiğini düşünüyorum.

24 Ekim Cuma günü Tiyatro Tempo’dan Haluk Yüce’nin yönettiği ‘Karbeyaz Tavşan’ oyununu izledim. Çocuklarla kurduğu iletişim açısından son derece başarılı olan oyun, hikayesini yalın ve sempatik bir biçimde anlatıyor. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu/Tiyatro Boğaziçi ‘Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’ gün içerisinde izlediğim ikinci oyundu. Aysel Yıldırım ile İlker Yasin Keskin’in yönetmenliğini yaptığı oyun kolaj yaklaşımıyla Lorca’nın hayat hikayesini, Lorca’nın oyunlarıyla, şiirleriyle bir araya getirerek anlatmış. Lorca’nın acıklı hikayesini Tiyatro Boğaziçi bulduğu yaratıcı komik anlarla/durumlarla kırıp, finaldeki trajik anı çok başarılı bir biçimde anlatmış. Tiyatro Boğaziçi’nin geçen yıl izlediğim ‘Musahipzade ile Temaşa’ oyunlarını da çok beğenmiştim, yine lise dönemi gençlerini seyirci grubu olarak belirleyen bu oyun, ‘Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’ izleyicisi tarafından ilgi ile takip edilip, çok beğenildi. Tiyatro Boğaziçinin eğitim düşüncesiyle başladığı bu çalışma, büyük yazarları/tiyatro insanlarını gençlere anlatma tanıtma projesi çok başarılı bir şekilde devam ediyor. Gün içerisinde izlediğim üçüncü oyun Bulgaristan’dan Pro Rodor Sanat Merkezi ‘Civci ve Hile’. Oyunun yazarı/yönetmeni Petar Todorov başarılı bir oyun hazırlamak istemiş, ancak benim düşüncem bunu yakalayamadığı yönünde. Hikayede ve müzikte sıkıntılar vardı, Civciv rolündeki oyuncunun performansı iyiydi ama oyun içinde bir denge yakalayamadı. Geçen yıl izlediğim oyunlarından sonra benim için hayal kırıklığıydı.

25 Ekim Cumartesi günü dönmem gerektiği için bir oyun izleyebildim. İspanya’dan El Patio Teatro ‘Bir El’. Yazar/yönetmen/oyuncular Julian Saenz-Lopez, Izaskun Fernandez el ve parmaklarla oynan bir oyun sahnelendi. Oyunun önemli bir malzemesi çamurdu, el ve parmaklar oyun içinde çamurla yeni bir şeyler yaratıp onunla oynamaya başlıyordu, bir anlamda oyundaki varlıklar o an, orada oluşuyordu. Bu düşünceyi yaratıcı buldum ve sevdim. Oyunun ilk bölümü, ön oyunu sıkıcı ve uzun bulsam da, asıl hikaye, ikinci el eşyaların satıldığı dükkanda geçen hikaye, oyun çok güzeldi. Naif ve estetik açıdan yaratıcı bulduğum oyunun finali de çocuk tiyatrosu adına hoş bir örnekti. Mutlu son algısına, beklentisine cevap vermeyen oyun, müzikle duygusal bir son yakalıyordu.

Bursa’dan ayrılırken doyurucu, keyifli bir festivali bitirmiş olduğumu düşündüm. Tanıştığım yeni ekipler, izlediğim yepyeni oyunlar çocuk tiyatrosu adına nereden, nasıl bakmalı, daha neler yapmalı-yapılmalı ya da tersi de olabilir neler yapmamalı sorularını sordurdu. Bazı düşüncelerim değişirken, bazı düşüncelerimin de /başka ekipleri de izleyerek/ doğruluğuna inandım. Üniversitelerin festivale katılıyor olması, tiyatro bölümlerinin çocuk ve gençlik oyunlarına özendirilmesi, yönlendirilmesi adına beni çok sevindirdi, festivalin kararını bu anlamda destekliyor, süreç içinde olumlu gelişmelere neden olacağını, festivalin onlara katkı sağlayacağını düşünüyorum. Oyunlara yetişme sıkıntısı, sahnelerin uzaklığı ya da oyun saatlerinin çakışması gibi sorunlar da (elbette bunların nedenleri vardır ama) çözüldüğünde organizasyon çok daha başarılı olacaktır. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali Türk tiyatrosu adına ne kadar önemli çalışmalar yaratıyorsa, çocuklar ve gençler adına, bu mesleği yapan tiyatro sanatçıları adına da büyük bir açığı kapatıyor. İki senedir bu festivale katıldığım için büyük mutluluk duyuyor, beni tiyatro anlamında böylesine güzel beslediği için festivale teşekkür ediyorum. Eve dönüyorum, küçük kızımıza baktığı için festivalde olamayan eşime oyunları anlatmaya gidiyorum. Çok güzel oyunlar anlatacağım.

Cem TATLI

 

 

 


27.11.2014